- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
- 0
Darbenin ardından idam edilen Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan başta olmak üzere Demokrat Partililerin Yassıada’da yargılandıkları mahkemenin tutanakları, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) Kütüphanesince internetten de erişime sunuluyor.
Bugün “Demokrasi ve Özgürlükler Adası” adıyla müze haline dönüştürülen adada siyasetçilere açılan anayasayı ihlal, köpek davası, bebek davası, 6-7 Eylül olayları gibi davaların tutanakları incelenebiliyor.
Tutanakları hukukçu gözüyle irdeleyen İstanbul Cumhuriyet Savcısı İbrahim Çiçek, Yassıada yargılamalarını değerlendirdi.
Hukuk tarihi araştırmalarıyla tanınan, “Mahmut Şevket Paşa Suikastı” ve “Yıldız Mahkemesi” isimli kitapları da yayımlanan Çiçek, öncelikle 27 Mayıs’ın bir “darbe” mi, yoksa “ihtilal” mi olduğunun açıklığa kavuşturulması gerektiğini söyledi.
Bu askeri müdahaleyi kimi çevrelerin “ihtilal” diye nitelendirdiğini belirten Çiçek, “27 Mayıs bir darbedir. Bu darbe sonucunda bir başbakan ve 2 bakan idam edilmiştir.” dedi.
Darbecilere hukuk profesörleri yol gösterdi
Darbenin ardından siyasileri bir stadyumda toplayan cuntacılar arasında, bundan sonra nasıl bir yol izleneceği konusunda farklı görüşler ortaya çıktığını aktaran Çiçek, yaşanan süreci şöyle anlattı:
“Kimi ‘yargılayalım’, kimi ‘yurt dışına gönderelim’, kimi ise ‘asalım’ diyor. Aralarında bir kafa karışıklığı var. Hukuki bir şey yok ortada. Bunun üzerine profesörlerden oluşan bir kurula danışıyorlar. Onlar da ‘Siz bir darbe yapmış, Meclisi kapatmışsınız, siyasileri toplamışsınız. Hepsini serbest bırakırsanız, kimseye ceza vermezseniz, yarın meşruluğunuzu kanıtlayamazsınız’ diyor. Bunun üzerine olağanüstü bir yargılama yapılması kararı alınıyor ve Yargıtay bünyesinde hakimler toplanıyor. Onlara bir görev veriliyor, Yüksek Adalet Divanı diye bir mahkeme kuruluyor. Biz buna tarihte Yassıada Mahkemesi diyoruz. İlk olarak, serbest bıraktıkları kişileri tekrar topluyorlar. Ardından da soruşturma heyeti davalar hazırlıyor. Menderes Hükümeti hakkında toplamda 19 dava açılıyor.”
İşlerine gelmeyen tanıkları mahkemeye çıkarmadılar
Yassıada’daki yargılama konularından bir kısmının daha önceki siyasi çekişmelerle ortaya atılan iddialara dayandığını dile getiren Çiçek, yaklaşık 10 bin sayfayı bulan Yassıada Mahkemesi tutanaklarını hukukçu gözüyle incelediğini ifade etti.
Tutanaklara yansıyan yargılama usulüne ilişkin bazı örnekler aktaran Çiçek, “Yargılama aşamasında çok ilginç olaylar oluyor. Adnan Menderes’in, Celal Bayar’ın ve diğer sanıkların avukatları çeşitli taleplerde bulunuyorlar. Duruşmalara tanıklar getiriliyor ama tanıklar önce bir yerde toplanıyor, birileri bu tanıkları önceden dinliyor. Bunlar arasında istediklerini seçerek Yassıada’daki duruşmalara götürüp tanıklık yaptırıyorlar. İşlerine gelmeyen tanıkları ise adaya götürmüyorlar ve onları mahkemeye çıkarmıyorlar. Avukatların istedikleri tanıklar mahkemeye çağrılmıyor. Mesela Adnan Menderes ısrarla 6-7 Eylül olaylarına ilişkin davada, MAH başkanının tanık olarak dinlenilmesini istiyor. Bu kişiyi şimdiki MİT başkanı olarak değerlendirebiliriz. Ama bunlar ifadeye çağrılmıyor” diye konuştu.
Yargılamalar sonucunda 15 idam kararı çıktığını hatırlatan Çiçek, tutanaklarda Hasan Polatkan’ın idam nedeninin tam olarak anlaşılamadığını belirterek, “Fatin Rüştü Zorlu’nun birkaç olayda adı geçiyor ama Hasan Polatkan hakkında yolsuzluk olaylarına göz yumma iddiası dışında bir şey yok. Sonuçta bunlar idam ediliyor. Bu olay Türkiye’nin en büyük yaralarından biri” değerlendirmesinde bulundu.
“Derin yapı kendini temize çıkarıyor ve 6-7 Eylül olayları siyasilere fatura ediliyor”
Yassıada’da, 6-7 Eylül olaylarının da Menderes ve arkadaşlarının üzerine yıkılmaya çalışıldığına dikkati çeken Çiçek, tutanaklara yansıyan beyanlardan bu olayların gizli bir yapının tetiklemesiyle başladığı sonucuna vardığını kaydetti.
Yassıada yargılamalarında en önemli davalardan birinin 6-7 Eylül olaylarına ilişkin dosya olduğunu söyleyen Çiçek, şöyle devam etti:
“Bu olaylar, Kıbrıs’taki karışıklık üzerine başlıyor. Kıbrıs’ta 2 halk var ama Kıbrıs İngilizlerin yönetiminde. Daha sonra Rumlar, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamak için Birleşmiş Milletler’e kadar gidiyorlar. Başlarda Türk Hükümetinin Kıbrıs’a ilişkin bir politikası yok. Ama çeşitli gazetelerde orada yaşananlara ilişkin yayınlar yapılmaya başlanıyor. Kıbrıs’taki vatandaşlarımızın zulüm gördüğü, Yunanistan’ın oraya para yardımı yaptığı gibi iddialar ve baskılar artınca hükümet dahil oluyor. Aslında İngiltere, Rumlarla Türkleri karşı karşıya getirip işi çıkmaza sokarak, Kıbrıs’ta kalmak istiyor. Bu nedenle bir konferans düzenliyor. İddialara göre konferanstaki üstünlüğü elde etmek için Fatin Rüştü Zorlu konferans için gittiği Londra’dan Türkiye’ye telgraf çekiyor, ‘Bir nümayiş yapın elimi güçlendirin’ diyor. Bunun üzerine hükümet normal bir protesto gösterisi düzenlemeyi düşünüyor. Bunu da Yassıada’da hükümet aleyhine kullanıyorlar.”
Kıbrıs’ta Rum EOKA örgütünün Türklere yönelik katliamlarını kınamak için yapılması düşünülen mitingin İstanbul’da Rum vatandaşlara yönelik saldırılara dönüşmesinin en çok hükümeti paniklettiğini vurgulayan Çiçek, Başbakan Menderes ve Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın olayları kontrol altına almak için trenle Ankara’dan İstanbul’a geldiklerine dikkati çekti.
Savcı Çiçek, karanlık yapılarca kurgulandığı yönünde ciddi emareler bulunan 6-7 Eylül olaylarından Menderes ve arkadaşlarının sorumluymuş gibi gösterilme çabasını Yassıada yargılama tutanaklarından yola çıkarak şöyle değerlendirdi:
“Olayların ardından Kıbrıs Türktür Cemiyeti mensupları içeriye atılıyor. Cemiyetin içinde Orhan Birgit gibi adamlar da var. Orhan Birgit’i biz, Tan gazetesinin yağmalanmasında da görüyoruz. Yassıada’da yapılan yargılamada, Menderes ısrarla o dönem MAH başkanı ve bazı bürokratların çağrılıp ifadelerinin alınmasını istiyor. Avukatlar da ısrarla dilekçeler veriyor ama derin yapı hiçbir zaman ortaya çıkarılmıyor. O derin yapı tamamen kendini temize çıkarıyor ve 6-7 Eylül siyasilere fatura ediliyor.”